top of page
  • Whatsapp
  • LinkedIn
  • Youtube
  • Spotify
  • Apple Music
  • Amazon
  • Instagram
  • Instagram

Duygularımıza Yeniden Bakmaya Davet Eden Film: Inside Out

  • Yazarın fotoğrafı: aysenurcelik1
    aysenurcelik1
  • 26 Ara 2023
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 Oca 2024


Inside Out, Türkiye’de Ters Yüz adıyla sinemalarda gösterilmiş olan Disney ve Pixar ortak yapımı bir film. Burada, insan karakterinin küçük yaşlardan itibaren nasıl yapılandığı ve zihindeki bilişsel, duygusal ve hafızayla ilgili süreçlerin işleyişi akademik dilden çıkarılıp yalınlaştırılmış; rengarenk karakterlere bürünerek öyküleştirilmiş. Inside Out, hedef seyirci kitlesinin çocuklar olduğu düşünülse de izleyen yetişkinlerin de kendi duygu dünyalarıyla temasa geçmeleri için genişçe kapı aralayan bir film.

 

Bu filmde ana karakter Riley’nin 5 temel duygusu olan Neşe, Üzüntü, Korku, Öfke ve Tiksintiyi de birer karakter olarak izliyoruz. Hepsini farklı renklerde birer bedene bürüyerek somutlaşmış, konuşur halde, zihnin içinde görüyoruz film boyunca. Bize filmin başlangıcında bu duyguların işlevleri, bebek Riley’nin deneyimleriyle paralel olarak tanıtılıyor. Örneğin Korku ve Tiksinti’nin Riley’nin hayatta kalması için nasıl da kritik olduğunu, evrimsel psikoloji bakış açısının da yardımıyla basitçe görmüş oluyoruz.


Başlarda, sıcak yuvasında, ailesiyle birlikte mutlu bir çocukluk geçiren Riley’nin, duygularını temsil eden karakterler iş birliği içinde. Bir kumanda merkezi var ve o anki durum hangi duyguyu gerektiriyorsa kumandaya o geçiyor… Stabil bir çevre içinde güven, sevgi ve şefkatle kapsanmışken kendisi özgüvenli olup, çevresiyle olan ilişkilerinin de tadını çıkaran bir çocuk olarak izliyoruz Riley’i.

 

Yazıda bu nokta itibariyle filmden daha fazla detaya yer verilecek; filmi izlememiş olan okuyucuların bilgisine. Riley güven içinde mutlu bir çocuk ancak ailecek zorunlu olarak başka bir eyalete taşınmaları sonrasında yaşadığı ev, mahalle, okul, sınıf arkadaşları gibi pek çok bağını geride bırakmak durumunda kaldığında işler onun dünyasında bir miktar sarpa sarıyor. İçeride duygularını temsil eden karakterlerin, onu iyi tutmak için çok çabaladıklarını görüyoruz. Fakat paradoksal bir şekilde bu iyi olma çabası güçlendikçe Riley’nin yaşadığı zorluk dinmek yerine daha da artıyor.


Bu kısma geçmeden önce filmin başlangıcına dönüp detaylara biraz daha bakalım: önce Riley’nin duygularını temsil eden karakterler, zihninde birer birer ortaya çıkıyorlar. O henüz bir bebekken anne babasının sevgi dolu bakışları altında, güvenli ve huzurlu

atmosferde kendini gösteren neşesi ile tanışıyoruz onun. Neşe, sonsuza dek hâkim duygu olmak istiyor. Gayet anlaşılır bir istek bu elbette. Kim hep neşe ve keyif içinde olmak istemez ki? Bu arada orijinalde Joy olan karakterin ismi Türkçe’ye neşe olarak çevrilmiş ancak kelime anlamına bakarak bu karakterin yalnızca neşeyi değil keyif, memnuniyet ve hazzı da temsil ettiğini düşünebiliriz. Bundan hemen sonra bebek Riley’i ağlarken görüyoruz ve tabi ki kumandaya Üzüntü geçiyor. Neşe hep kumandada olmak istediyse de Üzüntü’nün kumandaya geçmesi de oldukça hayati. Sonuçta acıktıysa, uykusu geldiyse veya başka bir ihtiyacının görülmesi gerekiyorsa Riley’nin bir bebek olarak ağlamak ihtiyaçlarının karşılanması için tek çaresi. Derken Korku’nun da, o daha ileri aylarda oyun oynarken, örneğin kabloya takılıp düşme riskine karşın devreye girdiğini görüyoruz. Bir düşme tehdidi karşısında ortaya çıkan Korku’nun işlevi onu bu tür durumlarda korumak ve hayatta kalmasını sağlamak. Ardından yemek yerken ortaya çıkan Tiksinti’yi görüyoruz. Yeni bir tat ile karşılaştığında rengi ve kokusundan onu zehirleyecek bir madde olup olmadığını ayırt etmeye çalışıyor Tiksinti. Ve brokoli bu testi her nasılsa geçemiyor Riley için. Bu brokoliyi yemediğinden ona tatlı vermeyeceğini söyleyen babası böylelikle ona haksızlık etmiş olunca,

son temel duygu olarak tanıtılan Öfke ile karşılaşıyoruz. Bu arada Tiksinti tanıtılırken yalnızca yiyeceklerdeki zehre değil, sosyal zehre yani toksik davranışlara da duyarlı

olduğunu öğreniyoruz. Tiksinti’ye filmde bu çifte işlev, ona daha fazla rol biçebilmek amacıyla verilmiş olsa gerek. Gerçekte yiyeceklerdeki ve davranışlardaki toksikliğe verdiğimiz duygusal tepkiler elbette ki apayrı.

 

Riley 11 yaşına geldiğinde ailecek çok şeyi geride bırakıp farklı bir eyalete taşınıyorlar. Bu taşınma ona bir süre için zemininin sarsıldığını hissettiriyor. Bıraktığı yeri zihnen de arkasında bırakabilmek için önce bu ayrılığın, yani kaybın yasını tutmaya ihtiyacı olacak. Ancak eve ilk girdikleri an itibariyle Neşe duyguların kontrolünü elinde sıkıca tutmaya çalışıp Riley’nin yaşayacağı üzüntü ve hayal kırıklığı gibi duygularına izin vermemekte ısrarcı oluyor. Buralardaki sahnelerde Riley’nin duygularının, bir pinpon topu gibi üzülmek ve neşeli kalmak arasında gidip geldiğini görüyoruz hep: Uzun yol sonrası vardığı ev, Riley’nin hayal ettiklerinin aksine oldukça bakımsız ve kirli bir yer çıkıyor. Yerde fare ölüsü görmesi ve etrafın kötü kokması gibi şeyler korku ve tiksinti duygularını canlandıracak oluyor. Hayal ettiği o rengarenk evler yerine buraya gelmiş olmanın getireceği bir hüsran söz konusu. Ancak Neşe’nin bu diğer duyguların hepsini dikkat dağıtarak bastırmaya çalıştığını görüyoruz. Yeni odasının güzel olabileceğini, boş bir odanın iyi bir fırsat olacağını söyleyerek tekrar ipleri eline almaya çalışıyor Neşe, ancak koşullar her yeni denemede hayal kırıklığı yaratmaya devam ediyor. Bu kez de Neşe eşyaları odaya nasıl dizeceğini hayal edip hayal kırıklığından uzaklaştırmaya çalışıyor Riley’i. Tam bunun için kamyondan eşyaları getirmeye aşağı kata

inince, eşyaların gecikeceğini öğreniyorlar. Bu kez de anne ve babasını oyuna davet ediyor; kağıttan top ve paspastan hokey sopasıyla hokey oynamaya başlıyorlar… Babasının işi çıkıp da gitmesi gerektiğinde, ve bu keyifli oyunları bölündüğünde de sadece bir anlık üzgün bir duraksamanın ardından hemen tekrar toparlanıp yine neşeyle, annesine pizza yemeye gitmelerini öneriyor Riley.

 

Paralelde, Riley’nin bu davranışlarının arka planında yani zihninde olanlara bakalım: Neşe bu ilk taşınma anlarında Korku, Tiksinti ve Öfkeyle daha aktif bir savaş halinde ancak Üzüntü baştan itibaren çok pasif… O belli ki çok daha önceden pasifize olmuş. Halbuki üzüntü de neşe gibi, öfke gibi canlı, aktif yaşanabilecek bir duygu ancak burada diğer duygulara nazaran Üzüntü daha az hareketli ve çok daha az konuşuyor: bir nevi cansız gibi neredeyse. Annesiyle dışarıdalarken, Riley’nin zihninde Üzüntü’nün taşınma anılarına yavaşça sirayet etmeye başladığını görüyoruz. Elbette Neşe bunu engellemeyi sürdürüyor ve bu derece baskılanan Üzüntü karakteri kendisini yanlış, korkunç, hatalı bir duygu olarak tanımlamaya başlıyor.


Zihinde Neşe’nin her daim ipleri elinde tutmaya çalışması yani Riley’nin her bir olumsuzlukla karşılaştıklarında kendisini zorlayarak olumlu kalmaya çalışması “toksik pozitiflik” denilen kavrama denk düşüyor. Aslında ne olursa olsun bardağın dolu tarafını da görmeye çalışmak güçlü bir karakter özelliği, destekleyici bir içsel kaynak olarak da değerlendirilebilirdi fakat burada durumu toksik yapan, Riley’nin zihninde Neşe’nin diğer duygularını baskılıyor olması.

 

Burada Neşe’nin amacı Riley’nin iyi hissetmesini sağlamak olsa da filme devam ettikçe görüyoruz ki gerektiği yerde üzülmesine, hayal kırıklığı yaşamasına, yas tutmasına izin vermeyip bu ihtiyaçlarını görmezden gelmek, amaçlanan iyi olma halinin tersine, koca bir içsel karmaşaya götürüyor Riley’i.


“Ağlamak beni sakinleştiriyor ve sorunların ağırlığını aşmamı sağlıyor”. Üzüntü, Neşe’nin aşırı pozitifliği ve onu yok etme çabası karşısında artık dayanamayıp yere yığıldığında, bu cümleyi sarf ediyor. Alt metinde “benim de bir işlevim var, lütfen var olmama izin ver” dese de Neşe’nin bunu anlaması için biraz zaman gerekiyor.

 

Riley’nin bu taşınma yaşantısında en yakınlarına, anne ve babasına baktığında şunları düşündüğünü tahmin edebiliyoruz: onlar bir telaşe içindeler ve yetişkin halleriyle bile bu taşınma durumunu kaotik buluyor, başa çıkmak için mücadele veriyorlar. Dolayısıyla şu an için yapabileceği en iyi şey onlara ekstra yük olmamak ve olan bitenden etkilenmiyor görünmek…

 

Eve taşındıkları bugünün akşamında, zihinde duygular arasında tartışma sürüyor: Öfke, Neşe’nin geri çekilmesi gerektiğini düşünerek “Bunu bize bırak”, şu anda Riley’nin mutlu olabileceği hiçbir şey yok diyor. Yarın yeni okuluna gitmekten Korku, eski arkadaşlarından uzak olmanın Üzüntü’sü, odanın kokusundan Tiksinti, ve tüm bunların içinde olmanın Öfke’si karşısında tam Neşe onlara artık daha fazla baskın çıkamayacak oluyor ki, konuşmak için Riley’nin annesi geliyor.

 

Riley bu esnada bir çocuk olarak, böyle zorlayıcı bir durum karşısında kendi duygularını yönetemiyor ve bir içsel kargaşa halinde. Bildiği tek yol bu olduğundan, Neşeye direksiyonu vermeye çalıştı şu ana dek. Zaten bir çocuk olarak tek başına yaşaması en kolay duygu da neşeydi. Öfkesini, üzüntüsünü, korkusunu da hakkını vererek yaşamaya ihtiyacı var, ancak bu duyguları tek başına taşıması çok zor; bu duygularını bir yetişkinin kapsamasına, onları kendisiyle beraber taşıyacak bir destekçinin yanında olmasına ihtiyacı var.


Annesi yanına gelip Riley’e, babanın işlerinin bir süre daha böyle gideceğini söylediğinde Riley Öfke karakterinin yönlendirmesiyle kaşlarını çatıyor hafifçe. Tam da o anda, bırakması gereken toksik pozitifliğini daha fazla besleyebilecek bir şey duyuyor annesinden: “teşekkür ederim, bütün bu karmaşanın ortasında sen yine de neşeni kaybetmedin. Baban büyük bir baskı altında. Ama sen ve ben gülümsersek ona yardım etmiş oluruz.” Bu süreçte sorun çıkarmadığı, mutlu kaldığı için takdir alan Riley bu sözlerin etkisiyle artık duyulmak, anlaşılmak, neler hissettiğini paylaşmak, yatıştırılmak gibi ihtiyaçlarının hepsini bir kenara itiyor.


Okula başladığı gün öğretmeninin sorusu üzerine sınıfta, eskiden yaşadığı yerden, tabi yine neşeyle bahsetmeye çalışan Riley’nin üzerine, orayı kaybetmiş olmanın hüznü çökünce kendisini ağlarken buluveriyor… Tam o esnada zihinde ise Üzüntü ve Neşe bir çekişme halindeler. Minnesota’daki hayatına dair güzel şeylerin geride kalışını yeniden derinden hisseden Riley ağlarken, bir yandan zihninde duyguları, okulda ağlamanın uygun kaçmadığını, ön sıradaki çocukların yargılayıcı baktığını konuşuyor. Artık daha fazla neşeli kalamayınca ancak üzülmesi de tekrar tekrar engelleniyor olunca, arada sıkışıp kalıyor Riley ve ruhsal olarak bir nevi paralize oluyor. Tam da bu anda onun zihninde, Neşe ve Üzüntü’nün komuta merkezinden ayrılıp belleğe doğru yol aldığını görüyoruz. Böylelikle bir süre için bu duygularını artık hiç hissedemeyip, daha çok korku ve öfke ile kalması demek oluyor bu.

 

Sonraki günler onun iç dünyasında olanlar bize şunu gösteriyor: yaşanan olaylar değil ama bu olaylara eşlik edecek bir destek sisteminin varlığı çok önemli. Riley’nin dışarıdan bir destek sistemi olamadı şimdiye dek bu taşınma sürecinde. Anne babası ya da öğretmeni olabilirdi bu kişiler, fakat olamadılar… Dışarıdaki kaynakları onu besleyemeyince içsel kaynaklarıyla ancak kısa bir süre idare edebildi Riley. İçsel kaynaklarla kendini desteklemek bir yetişkin için daha sürdürülebilir olacaktır, ama erken yaşlarda, bu kaynaklar henüz oldukça kırılgan olduğundan bir çocuk için aynısını söylemek pek mümkün olmaz.

 

Bu filmde de Riley’nin zihninde çeşitli adalar görmüştük: aile ve arkadaşlık ilişkileri, mizah yeteneği, spor kabiliyeti ve özgüveni gibi… Kişilik adaları olarak bize tanıtılan tüm bu alanların onun güven içinde hissetmesini sağlayan zeminler olduğunu görüp, bu adaların onun aslında iç ve dış kaynakları olduğunu da düşünebiliriz…

 

Tabi aslında çocukken henüz bu kaynaklar ve kendimizi tanımladığımız özelliklerimiz esnekliklerini hala koruyorlar. Yeterince sağlamlaşmamışken yıkılmaya, yeniden inşa edilmeye, esnemeye, kırılmaya, değişmeye, ileriki yaşlara göre çok daha açık oluyorlar… Bu sebeple Riley’nin de yaşadığı zorlu deneyime direnmesi pek de uzun süremiyor ve kaynaklarını bu süreçte tek tek kaybediyor: Önce aile desteğini, sonra arkadaş desteğini ve sonra hokeyle gelen özgüvenini de.


Zihninde Üzüntü ve Neşe, duyguların kumanda merkezinden uzaklaştığında, anne ve babası Riley’nin bu yeni kızgın ve alaycı haline onu anlayacak şekilde karşılık veremiyorlar. Birçok sebeple bu süreci hassas geçirirken, online olarak konuştuğu Minnesota’dan arkadaşı takıma gelen “yeni kız”dan coşkuyla bahsedince Riley içten içe çok inciniyor. Ve yerinin bu kadar kolay doldurulmuş olmasına karşın, artık üzüntü de hissedemediğinden, içi öfkeyle doluyor.

 

Riley deneyimleri üzerine konuşabilseydi, üzüntüsünü yaşayıp işleyebilmiş olacaktı. Ama konuşacak kimsesi olmayınca kendi kendisiyle kaldı ve hep neşesini aktif tutmaya ve üzüntüsünü de bastırmaya çalıştı. Derken Üzüntü’ye yer olmayınca Neşe de ancak bir yere kadar var olabileceğinden, bir noktada Neşe de Üzüntü de ortalıktan kayboldular. Bunun üzerine zihinde geriye kalan duygularından korku ve öfkeyi de yine söze dökmeksizin ve işleyemeden yaşıyor oldu Riley… Şimdi bu ham haldeki öfkesi ve korkusuyla küskün bir çocuk haline geldi ve yanına gelen babasıyla konuşmak istemedi örneğin... Bunun hemen öncesinde de yemek masasında kızgın bir çocuktu ve anne ve babasına öfke püskürmüştü. Bu ham öfke duygusunu işlemek ve oradan üzüntüsüne alan açmak yetişkinlerin işiydi ama onlar da bunu yapmamış oldular şimdilik.

 

Artık duygu dünyasındaki aşırı aktivasyon ve karmaşadan yorgun düşüp, yer yer öfkeli, yer yer de paralize ve hissiz görüyoruz Riley’i. Hissizlik olarak tabir ettiğimiz, gerçekten de hiçbir şey hissetmiyor olmak değil. Onun dışarıdan görünüşündeki durağanlık ve hissizlik aslında enerjisini zihnindeki yoğun mücadele ve çatışmalara ayırmış olmasından da kaynaklanıyor. Burada Riley’nin içinde o kadar çok duygu iç içe geçmiş durumda ki onları bir çocuk olarak kendi başına regüle etmesi, yatıştırması çok zor. Ve derken böyle bir durumda Korku’suna da ağır basan Öfke kumanda merkezine geçtiğinde, Riley, güzel anılarını bıraktığı yer olan Minnesota’ya, geri dönmeye karar veriyor.

 

Bu onun yaşında biri için oldukça riskli bir davranış oluyor elbette. Fakat zaten tam da yaşından ötürü bu riski tayin edebilecek becerisi de henüz gelişmiş değil. Otobüse binip yola çıktığında zihninde artık Neşe’nin baskın olmayı bir kenara bırakıp Üzüntü’ye izin verdiğini ve Riley’nin tekrar üzülebildiği an itibariyle artık öfkeyle aldığı bu aksiyona gerek kalmadığını görüyoruz. Minnesota’ya gitmekten vazgeçip evine ailesine geri dönüyor Riley. Sonuçta o, üzülemediği için öfkelenmiş ve öfkesiyle hareket etmişti burada. Öfkesinin ardında üzüntüsü vardı ve neyse ki tekrar ortaya çıkabildi bu üzüntü. Riley’nin tek ihtiyacı bu duygusunu ve kayıplarının yasını yaşayabilmekti aslında. Öfkeyle bu kaybı geri almaya çalışacaktı ama bu mümkün de değildi zaten.

 

Tabi onun okula gittiğini zanneden ve vaktinde dönmediği için endişelenen ailesine bakarak şu yorumu yapmak da mümkün: Riley’nin hissettikleri şimdiye dek görülemeyince o da hislerini bir eyleme dökerek göstermeyi denemiş oldu. Önce tabi ki güvenliğinden oldukça endişe eden ailesi, Riley eve döndükten sonra ise onun çağrısını da duyabildiler neyse ki ve onun taşınma deneyimi üzerine konuşmaya da alan açıp ona destek oldular.

 

Son olarak Riley üzülüp ağladığında, ailesine Minnesota’ya dair özlediği şeyleri anlatıp hüznünü paylaştığında bu eski anılarına artık hem neşe hem de hüznün sirayet ettiğini görüyoruz. Burada Neşe karakterinin önceki toksik pozitifliğinde korktuğu gibi kötü herhangi bir sonucu olmuyor üzülmenin. Ve burada artık duyguları arasında bir iç uzlaşma görüyoruz onun. Bu zor süreci böylelikle atlatması sonrası Riley’nin gelişimsel süreçleri, zihninde yeni kaynakların inşa edişi, kumanda merkezinin yaşı ilerledikçe gelişip karmaşıklaşması da gösterilerek sona eriyor film. Yalnızca çocuklara değil yetişkinlere de hitap eden Inside Out filmi, duyguları iyi-kötü, olumlu-olumsuz olarak ayrıştırmamaya, kimini kabul edip kimini bastırmamaya davet ediyor yetişkinleri de…

 
 
 

Comments


bottom of page