top of page
  • Whatsapp
  • LinkedIn
  • Youtube
  • Spotify
  • Apple Music
  • Amazon
  • Instagram
  • Instagram

Herkes Jeanne’i Sever: Jeanne Hariç

  • Yazarın fotoğrafı: aysenurcelik1
    aysenurcelik1
  • 7 Eki 2023
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 18 Oca 2024

Herkes Jeanne’i Sever, 2022 yılında gösterime girmiş bir film: Ana karakterin yas ve depresyon süreci keyifli animasyonlarla vücut bulan iç sesler üzerinden seyirciye gösterilmiş. Filmin kısa bir özeti şöyle: Jeanne önceki sene annesini kaybetmiş bir kadın; aynı zamanda kariyerinde gayet iyi bir noktada iken yakın zamanda sert bir çöküş yaşamış. Okyanusları mikro plastiklerden temizleyeceğini öngördüğü bir icadı olmuş ve belli ki bu basında ses getirmiş; Jeanne oldukça övgü toplamış. Ancak ürettiği bu yapının, okyanusa indirilmesi esnasında yaşanan bir talihsizlik üzerine Jeanne bu kez internet üzerinde dalga konusu haline gelmiş. Fakat internetteki bu yorumlardan ziyade, asıl olarak kendisinin kendiyle dalga geçen, aşırı miktarda eleştirel iç sesleri mevcut. Ve onun bu iç seslerini de filmde ara ara gördüğümüz bir takım animasyon karakterlerden duyuyoruz. Her ne kadar oldukça olumsuz tondan konuşan sesler olsa da bunlar; tezatlık o ki tam da bu kesitler filmin en keyifli yerleri. Zaten yazar ve yönetmeni de filmini yorumladığı bazı röportajlarda, karakterinin depresyonunu seyirciye eğlenceli bir biçimde aktarmayı amaçladığından söz ediyor… Jeanne’in annesinden kalan daireyi satmak üzere, bu içinde taşıdığı iç sesleri de alıp Lizbon’a gidişini ve orada yas ve depresyonunu yaşayışını, bir yandan da eğlenceli flört hikayesini izliyoruz.

Ana karakterin yas ve depresyonun içinden nasıl geçtiğine dair incelikli bir anlatımı var bu filmin. Hepimiz iç seslerimizde birtakım şeyler düşünürken kendimizi de çokça değerlendiriyoruz ve bazılarımız sıklıkla kendisini eleştiriyor da. Dolayısıyla bu filmdeki animasyon sahneleri çoğu kişiye temas etmiş olsa gerek. Bu yazıda filmi incelerken Jeanne’in suçlayıcı ve alaycı iç seslerinin onun depresyonuna katkısını da ele alacağım. Filmi izledikten veya bu incelemeyi okuduktan sonra siz de iç seslerinizle kendinize neler söylediğinize biraz kulak kesilebilirsiniz. Çünkü ironik bir şekilde bu eleştirel ve suçlayıcı iç seslerimiz hem kendilerini pek fark ettirmeyip hem de üzerimizde çok yaralayıcı etkiler bırakabilecek kadar sinsi olabiliyorlar.


Buradan itibaren Jeanne’in deneyimlerini ele alırken filmden detaylara yer olacak. Eğer izlemediyseniz filmi izleyip burayı okumaya daha sonra dönmenizi öneririm ki spoiler’lara maruz kalmayın. Ek olarak, filmi zaten izlemiş olanların burayı okuduğunu varsaydığım için, incelemeyi hikaye akışına paralel olarak yapmayacağım. Jeanne’in iç dünyasını ele alırken filmin herhangi bir noktasındaki örneklerden bahsedeceğim.


Öncelikle başlangıç itibariyle anlıyoruz ki Jeanne bu umut vadetmiş çevreci icadıyla ilgili yüzüstü kaldığında hem dışsal hem içsel sıkıntıları ortaya çıkmış. Özgüveni sarsılmış durumda ve aynı zamanda borç içinde. Yalnız, ikisini de başlarda pek kabul etmiyor. Avukatla konuşurken yatırımcılara güvendiğini söylüyor, halbuki tüm yatırımcılar çekilmiş durumda. Veya yolda yürürken kendisine iyi, başarılı olduğuna, beğenildiğine dair bir şeyler söylese de söylediklerine kendisi de inanıyor değil. Yani yaşadığı içsel sıkıntıları da, özgüveninin sarsıldığını da, internet üzerinde kendisiyle dalga geçilmesinin yaralayıcılığını da aslında inkar ediyor henüz…



İzlerken biz yasından önce depresifliğini görüyoruz onun, bunu burada bir klinik depresyon tanısı olarak adlandırmayacaksak da Jeanne’in depresif duygu durumundan söz edebiliriz. Kariyerindeki bir başarısızlığı fiyasko olarak hatırlamasının hemen ardından, yoldan geçen otobüsün önüne kendini atıveresi geliyor örneğin. Kendisinden memnun değil; doğal olarak başarısız hissediyor, ancak buna kendisini fazlaca suçlaması da eklenince işler zorlaşıyor… Sosyallikten kendisini çekmiş durumda. Hayattan keyif almıyor. Bedenini beğenmiyor. Lizbon’dayken de evde kendisini harekete geçirmekte, eşyaları toparlamakta, yani sorumluluklarını yerine getirmekte oldukça zorlandığını görüyoruz. Tüm bunların bir aradalığı bize onun depresif bir zamandan geçtiğini söylüyor.


Bir yandan da annesinin intihar ederek ölmesinin üzerinden bir sene geçmiş. Dolayısıyla yaşadığı kimi şeylerin yas sürecinin doğal bir parçası olması da mümkün. Onun kariyerindeki bu sarsıntı olmasaydı ve buna eklemlenen başarısızlık, suçluluk gibi hisleri olmasaydı, onun insan ilişkilerine mesafeli durmasına, sorumluluklarını yerine getirme motivasyonu bulamamasına, hayattan keyif alamayışına depresif sürecin değil yas sürecinin doğal bir parçası olarak bakardık. Fakat burada elbette doğal olarak, hem kaybın yasını, hem kariyerindeki çöküşün depresyonunu iç içe yaşıyor Jeanne. Biraz daha şefkatli bir iç ses, başarısızlığın hüznünü yumuşakça geçirmesine, yasını doğal akışında yaşamasına yardımcı olabilirdi ama onun için durum bundan biraz uzak. Tabi şunu da eklemek gerekir, annesinin ölümü intihar etmesiyle olmuş. Ve bu gerçek ona kendisini suçlayacağı pek çok malzeme veriyor: yanına ziyarete annesinin istediği kadar gitmemiş olması, annesinin aramalarına cevap vermemiş olması gibi. İç sesleri, annesinin ölümüne Jeanne’in sebep olduğunu düşündürtecek kadar acımasızlaşabiliyor buralarda.


Kariyerindeki sarsıntı da bir anlamda kayıp onun için: hayallerin kaybı, insanların gözündeki prestijinin kaybı, çevreye sunacağı katkının ve bunun heyecanının kaybı, vs. Nitekim bu yaşadığı iki majör olayın ikisine dair de iç içe geçen ve yas ve depresyonu besleyen etmenler söz konusu.

Depresyon tarafında yine bu iç sesleri ele alalım: Belki fark etmiş olabilirsiniz, Jeanne’in bu süreci içinde onun dış dünyayla bağlantısı azaldıkça iç sesleri de yükseliyor. Ya da belki tersine, iç sesleri onu sabote ettikçe Jeanne dış dünyadan uzaklaşmış da oluyor diyebiliriz. Filmin sonlarına doğru içinden hoşlandığı adama bir mesaj gönderip onu kahve içmeye davet etmek geliyor. Yine o animasyon sahnelerinden biri açılıyor önümüze ve izleyene gayet eğlenceli aktarılmış bu sabotajcı iç sesler Jeanne’i ergen olmakla suçluyor, kelimelerini beğenmiyor ve o mesajı ona maalesef ki attırmıyorlar. Elbette kendisine bir flört için izin veremeyişi bilinçdışında yas süreciyle de ilişkili olabilir. Annesi intihar edip de ölmüşken kendisinin hayatına devam etmesi bile başlı başına suçlu hissettiriyorsa belki, bir de üzerine bu devam eden hayatta keyif alacağı şeyler yapmak, bir erkekle flört etmek, ne kadar da vicdan azabı yaratacaktır… Dışarıdan bakınca bu derece sessiz olan bu kadının içindeki o gürültüyü, animasyondaki şu küçük kadıncıkların konuşmalarında duymuş oluyoruz burada da. Bu içindeki minik yaratıklar, onu gürültüleriyle paralize ediyorlar. Bu içindeki kaostan ötürü tüm enerjisi zihninde tükeniyor ve eyleme geçene dek pili bitiyor. Evdeki eşyaları kolileyememesi bir yana, hoşlandığı adama mesaj dahi atamamış oluyor.


Tabi biz onun kendisini suçlayıp sabote eden, iyi gelecek şeyleri ona hak görmeyen sesinin, geçmişten bu yana nasıl bu kadar güçlendiğini bilemiyoruz. Bir yakının ölümü zaten kişiye doğalında “şunları şunları yapmış olsam, belki şu an hayatta olur muydu acaba?” dedirtirken, konu intiharsa bu suçluluk hissi çok daha keskin yaşanabilir elbette: “beni aradığında telefonu açsam belki de kendisini öldürmesini engelleyebilirdim” diyor bu kez kişi. Buradaki o güçlü suçluluk hislerinin de dalga dalga yayılıp hayattaki birçok deneyime sirayet etmesi pek mümkün.


Bir yandan da Jeanne belki hep böyle biriydi. Sonuçta annesinden hiç “seni seviyorum”u duymadığını öğreniyoruz. Sevgiyi duymadıysa ve hissetmediyse bu da bir insanın özgüvensiz büyümesi için, depresif özellikler geliştirmesi için yeterince elverişli bir ortam olmuş olabilir. Zaten kendi kendisine de sevgi ve şefkat göstermediğini görüyoruz onun. Herkes onu seviyor, filmin adı gibi, ama o bu sevgiyi içselleştiremiyor, kendisini sevemiyor bir türlü. Sonuç olarak bu halinin başlangıcı nereye dayanır, bunu tespit etmek zor…

Jeanne kendi kendisine iyi gelecek şeyleri yapamasa ve bu depresif halin içinden kendisi çıkamasa da tesadüfen karşısına çıkan şu eski tanıdığı adam Jean’a, kendisine yardım etmesi için izin veriyor, alan açıyor.


Bu adam bir yandan bir kleptomanik: mağaza ve marketlerdeki ürünleri çalma konusunda ne kadar usta olduğunu görüyoruz. Kleptomanisini küçük işletmelere zarar vermemesiyle rasyonalize eden bu kişi, Jeanne’in inkâr ettiği o depresyonunu ve kaygısını kısa sürede görüp anlıyor. Bunları kendi deneyiminden de bildiği içindir belki, onunla kurduğu empati ona iyi hissettirecek yollar sunmasını sağlıyor. Zaten belki de geçmişten beri ona karşı duyguları ve hayranlığı var olan bu adam, özgüveni zedelenmiş Jeanne’i tekrar tekrar övüp yücelttiğinde, bu ona iyi hissettiriyor.


“Sen çok popülerdin, herkes seni severdi.” diyor. “Eskiden sen burada yaşarken tüm erkekler senin için güzelce giyinir miydi?” diye soruyor… Jeanne tüm bu söylemleri abartılı bulsa da ona değer veren birisinin gözünden böyle görülmek onu besliyor ve hatta yaralanmış yanlarını yavaş yavaş iyileştiriyor da. Tabi bu ilişkilenmede belki Jeanne gerçekten de bu adamdan etkilenmiyor olabilir. Aslında adamın onu nasıl gördüğünden, yalnızca onun ona hayranlığından etkileniyor olması mümkün… Henüz yaşadıklarının yarası açıkken, ilk ihtiyacı değer görmek, birileri tarafından iyi gözle görülmek, temas edilmek ve başlı başına destek olunmak olabilir elbette.


Bu kişi sonunda ona iyi geldi ama Jeanne başlarda ona hiç yaklaşmamış, sempati göstermemişti. Depresif süreciyle de ilişkili şekilde, hem bir adım atarak ilgisine karşılık verecek enerjiyi bulamamıştı ama hem de kendisinde buna adım atmayı hak olarak göremedi bile belki. Fakat onu kendi bağlamı içinde ele aldığımızda, yalnızca bu kişinin destek olma, yanında olma, onu güldürme, ona temas etme çabalarına çok da direnmemiş olması, izin vermiş olması bile, Jeanne’ın kendisini iyileştirmek için atabildiği ufak adımlar olarak değerlendirilebilir.


İncelemeyi burada yavaş yavaş sonlandırmadan önce şunu da eklemek isterim: biz farkında olabiliriz, olmayabiliriz ama hepimiz kendimizle çeşitli tonlardan konuşup kendimizi iyi, kötü, suçlu, özgüvenli, pişman, huzurlu, vs. vs. hissettirebiliyoruz. Biraz bu seslere kulak verip kendinizle nasıl konuştuğunuza bakmak şu soruyu sorabilmek adına önemli olabilir: acaba, aynı seslerle yanınızda konuşup duran bir arkadaşınız olsa bu seslerin sahibi, o arkadaşı hayatınızda tutar mıydınız? Sizi sürekli suçlayan ve size acınası bir insanmışsınız gibi hissettiren bir arkadaşı gerçekten hayatınızda yanınızda tutmayacak olup, ancak zihninizde ise her gün her saat tutuyor olabilirsiniz… Yakın arkadaşlarımız şefkatli ve destekçi insanlar olsun isteriz, bu böyleyse kendimizle en çok konuştuğumuz iç seslerimizi de bu tona çekmemiz mümkün olur mu?


Bu zalim iç sesler çok güçlülerse bir anda kolay kolay gitmiyor da olabilirler elbette. Sonuçta bu filmi izlerken şu komik şekilli yaratıkları, çok da ciddiye alamayıp onlara güldük ve onları pek önemsemedik; duyduk ve geçtik aslında. Kendimizde varsa böyle acımasız, aşırı eleştirel iç seslerimiz, onlarla mesafelenmenin bazı yolları da olabilir. Bu yol onları zihnimizde tıpkı bu filmdeki gibi komik imajara dönüştürmekten geçiyorsa, bunu bile neden denemeyelim ki aslında?


Jeanne’in deneyimleri depresif dönemden geçen birileri için yol gösterici olabilir. İç sesleri, o dışarıdan ona destek olmaya gelenlere, kardeşine ve flört ettiği adamın çabalarına izin verip alan açtıkça sessizleşti. Kolay olmasa da destekleyici bir çevresi varsa kişi en azından bunu yapabilir kendisi için. Böylece ilişkideki iyileştiriciliği de bize aktaran bu filmin yazar ve yönetmeni depresyon ve yası mizaha bürüyerek seyirciye anlatmayı amaçlamış ve bence bunu çok iyi kotarmış.

 
 
 

Commenti


bottom of page