Ölü Gelin: Tim Burton’dan Rapunzel ve Uyuyan Güzel Masallarının Feminist Bir Yeniden Yazımı
- aysenurcelik1
- 11 Eki 2023
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Oca 2024
Bu incelemede Tim Burton’ın Corpse Bride (2005) filmini, Türkçe’ye çevrilen ismiyle Ölü Gelin’i ele alacağım. Stop-motion animasyon tekniği ile çekilmiş bu filmin öyküsü Viktorya Dönemi’nde geçiyor. Ana karakterlerden ikisi Victor ve Victoria; diğer ana karakter olan ölü gelinin ismi de Emily. Orijinal bir hikâye olsa da bu, kritik bazı ögeler Rapunzel ve Uyuyan Güzel masallarını anımsatıyor. Dolayısıyla buraları bu iki masala bir referans olarak görmek mümkün. İncelemenin ilerleyen kısımlarında bunu detaylıca açıklayacağım.

Filmin konusu kısaca şöyle: Victor ve Victoria, ailelerinin kararı üzerine birbirleriyle evlenecek iki gençler. Dönemin kültürünü de yansıtan şekilde, evlenmek için bu genç kadın ve erkeğin birbirlerini tanıyıp sevmeleri beklenmiyor. Kaderlerine boyun eğmiş görünen bu iki genç yaklaşan evliliğe dair endişeli olsalar da aksine, tanıştıklarında birbirlerinden hoşlanıyorlar. Ailelerinin onları evlendirmek istemesi ise tamamıyla birbirlerinden çıkar beklentileri olması ile ilişkili. Biri diğer ailenin parasından, öbür aile de ötekilerin soyluluğundan yararlanmak niyetinde. İşler planlandığı gibi gitmeyip de Victor evlilik yeminini etmekte bocaladığında olaylar onu ölü gelin Emily’e götürüyor ve bu noktada ölüler dünyasıyla tanışıyoruz. Yaşayanlar dünyasında Victoria, ölüler dünyasında ise Emily, Victor ile evlenme isteğindeler artık. Hem bu iki kadın hem de onların arasında gidip gelen Victor, bu kısıtlayıcı ve çıkarcı kültürde bocalayan ve bağımsızlaşmaya çalışan insanlar. Bu incelemede hem bu hikâyedeki karakterlerin mücadelelerine ve karakter gelişimlerine, hem de buradaki yaşayanlar ve ölüler dünyasındaki farkların sembolik olarak neler ifade ettiğine bakacağım. Ayrıca filmde ölüler ve yaşayanlar dünyasında herkes aktif ve yaşıyor olarak kurgulandığından, incelemenin de iki dünyayı, ölü ve yaşayan kişileri aynı düzlemde değerlendiren bir dili olacak. Konuşmanın devamında filmden detaylara yani spoiler’lara da yer var. Dolayısıyla eğer filmi izlemediyseniz, yazıyı okumaya şimdilik devam etmeyebilirsiniz.
Şimdi ilk sahneler itibariyle yeniden ve yakından bakmaya başlayalım. Film başladığında olabildiğince gri bir atmosfer karşılıyor bizi. Victor’un çizimini yapmak üzere kapalı tuttuğu kelebek, özgür bırakıldığında bizi etraftaki sokaklarda bir gezintiye çıkarıyor. Kaldırımın süpürülmesinden balıkların doğranmasına sokaktaki yaşam akışında her şey fazlaca ritmik ve tekdüze. Öyle ki, bu akışa dahil olmak iç sıkıcı. Bu masmavi kelebek dışında hiçbir şeyin ve hiçbir kimsenin renklerini ayırt etmek neredeyse mümkün değil.
Düğün provasının yapılacağı duyuruluyor. Victor’un anne ve babası, oğullarını evlendirip soylu bir aileye dahil olmanın heyecanı yerine gerginliği içindeler. Her şeyin mükemmel ve planlandığı gibi gitmesi gerekiyor. Bu statü değişikliği belli ki onlar için çok önemli. Ama dünür olacakları aile sandıklarından çok uzak bir durumda. Aristokrat sınıftan olup da iflas ettiklerinde tüm malvarlıklarını kaybetmiş bir aile aslında Everglot’lar. Dolayısıyla onlar bu evliliğe, düştükleri sefil durumdan kurtulmanın bir yolu olarak bakarlarken; kendilerini, küçük gördükleri balık taciri bir aileye muhtaç hissetmenin de isyanındalar.

Karşılıklı bu kadar yoğun bir muhtaçlık psikolojisi, beraberinde bir içlerinde olanla dışlarına yansıttıklarının farkını da getiriyor. Victoria’nın annesi eşini gülümsemesi için uyarıyor fakat adamın misafirlerine güler yüz göstermek için kendisini epeyce bir zorlaması gerekiyor. Victor’un annesi ise açıkça eski ve bakımsız görünen evin ne kadar da ihtişamlı ve zevkli olduğundan söz ediyor.
Onlar önden giderken Victor bu yapmacıklığın biraz berisinde duruyor ve yalnız kaldığında önünde duran piyanoyu çalmaya başlıyor. Victoria sesi takip edip Victor’un yanına geldiğinde yaşadığı hayatın nasıl da baskı içinde olduğu gözümüzde canlanmaya başlıyor. Victor’un piyano çalmasına imrenen Victoria, genç bir kadın için annesinin bunu uygun bulmadığından ve fazla ihtiraslı bulduğundan söz ediyor. İçinde yaşadıkları kültürde arzu duymanın nasıl da yasaklı olduğuna incelemenin devamında da değineceğiz.

Bire bir görüşmeleri de uygun kaçmayacağından, Victor telaşa kapılıp Victoria’ya refakatçisinin nerede olduğunu soruyor. Fakat o bu soruyu önemsemeyip, birbirlerine isimleriyle hitap etmelerini önerdiğinde anlıyoruz ki bu genç kadın ikisinin arasında daha cesur olanı. Diyalogları sürerken, bu ikili tam birbirlerinden hoşlanmaya başlıyorlar ki sahneye Victoria’nın annesi Bayan Everglot dahil oluyor. O sert üslubuyla onlara provaya geç kaldıklarını hatırlatıyor ve birlikte yalnız kalmış olmalarını da elbette ki onaylamıyor. Saatlerce süren evlilik yemini provasında Victor bir türlü mısraları olması gerektiği gibi okuyamıyor. Onun buradaki beceriksizliğini yaşadığı ikileme yönelik bir içsel uzlaşma olarak görebiliriz. Şöyle ki: Victoria’dan hoşlandıysa da yine de onunla daha çok yeni, az önce tanıştılar. Ancak onunla evlenmek istemesi ve evlilik yeminini içtenlikle söylemesi için, bu hoşlanma hissinin biraz daha olgunlaşmasına ihtiyacı var. Fakat yanı başlarındaki ailelerinden gelen şunca baskıyı hissettiğinde, evlilik yeminini etmemek de zor. Muhtemelen açıkça bu kadar hızlı evlenmek istemediğini söylemeyi, bir seçenek olarak dahi görmezdi bu durumda Victor. Evlilik yeminini etmek bir türlü, etmemek bir türlü derken bocalayıp, mısraları karıştırmak, işi sürüncemeye taşımak ikisini de seçmemek ve kendisini iki seçeneğin de sıkıntılarından kurtarmak demek oluyor onun için. Bu ikilemi bocalayarak çözmesi elbette bilinçdışı bir süreç. Fakat emin olamayışı dışarıdan da anlaşılıyor olsa gerek ki rahip Pastor Galswells de kendisine evlenmeyi gerçekten isteyip istemediğini soruyor sonunda.

Rahip, nikahlarının gerçekleşmesi için önce Victor’un hazır olması gerektiğini söylediğinde Victor ormanlıkta bir gezintiye çıkıyor. Burada provasını yeniden yapıyor ve git gide hatalarını düzeltip yemini düzgünce söyleyebilir hale geliyor. Bunu yapabildiğinde az önceki durumun tersine baskılardan uzak ve tek başına; Victoria ile evlenmenin kendi içinden de geldiğini ancak koşullar böyleyken duyumsayabilmiş oldu. Yemini bütünüyle, doğru şekilde ve samimiyetle ancak kendi arzusu olgunlaştığında edebildi. Fakat işler tam da bu noktada karışmaya başlıyor çünkü yemini ederken yüzüğü sandığı gibi bir dal parçasına değil de, Emily’nin parmağına takmıştı. Tıpkı Uyuyan Güzel masalında olduğu gibi hep bu anı bekleyen Ölü Gelin, toprağın altında yattığı yerden kalkıp ölüler dünyasından çıkageliyor ve evlilik yeminini memnuniyetle üzerine alıyor. Victor her ne kadar anlamlandıramadığı bu kişiden kaçmaya çalışsa da ölüler dünyasının içinde buluveriyor kendini.
Burada Emily’nin, âşık olduğu adam tarafından kandırılıp öldürülmüş bir kadın olduğunu öğreniyor. O bugüne dek toprak altında kendisini özgür kılacak gerçek aşkı bekliyordu. Ölüler dünyasında bulunan herkes, Emily beklediği aşkı bulduğu için kutlama havasındayken yalnızca Victor olanların şaşkınlığını atlatamamış görünüyor ve oradan bir an önce kaçıp kurtulmanın yolunu düşünüyor.
Emily yanlış aşkın kurbanı olmuş. Fakat bir tür yaşamın yine de devam ettiği o ölüler dünyasında, tıpkı masalı da andıran biçimde bağımsızlığı için bir başka erkeğe bel bağlamış. Yaşadığı felaketi geride bırakabilmek, bu deneyimden bağımsızlaşabilmek istiyor ancak ironik olarak bu isteğinde iradeyi başka birine bırakmış oluyor.

Victor’a dönersek o olanların şaşkınlığı içindeyken, Emily’e pek de anlayışla ve dürüstlükle yaklaşmıyor. Bir yanılgıya kapılmış olup kendisinden medet uman bu kadını manipüle ediyor maalesef ki: Onu ailesiyle tanıştıracağını, bunun için yaşayanlar dünyasına gitmeleri gerektiğini söylüyor ki ondan kaçabilsin. Victor onu pençesinden zor sıyrılacağı biri gibi algılıyor. Fakat bu algısı, onun kendi ailesinden diğer ilişkilere taşıdığı bir projeksiyonu olsa gerek. Yani Ölü Gelin Emily’i, aynı ailesi gibi kendi isteklerini dayatan ve onun ne istediğini dinlemeyen biri gibi görüyor o. Hatta burada bir kendini gerçekleyen kehanet de söz konusu. Çünkü onu böyle dayatmacı biri olarak düşünüp ondan uzaklaştığında, Emily de onu tekrar bulmak için ardından gidiyor. Ve böylelikle Victor’un ona dair olan algısı, onu dayatmacı ve yapışkan biri gibi deneyimleyişi, daha da güçlenmiş oluyor. Halbuki Emily yalnızca her şeyi yanlış yorumlamış durumda ve Victor’un kendisini gerçekten de istediğini zannetmekte. Victor ona ortada bir yanlış anlaşılma olduğunu açıkça anlatsa, bunu anlamayacak olmasa gerek.
Victor’un bu önerisiyle yaşayanlar dünyasına geçiyorlar. Orada bir nişanlısının olduğunu bilmeyen Emily için onu Victoria ile beraber görmek büyük bir hayal kırıklığı doğuruyor. Victor ancak bu noktadan sonra bir parça açık olduğunda ve bir de ona “diğer kadın” olduğunu söylediğinde ise Emily oldukça inciniyor. Bu kez de hâlâ hikâyenin tamamını bilmediğinden, tercih edilmeyişinin sebebini ölü olmasına ve görünüşünün güzel olmamasına bağlıyor.
Emily’nin de gerçekleri görebilecekken görmemekte ısrarcı olduğunu, Victor ile ilgili kimi sezgilerini dinlemediğini görmezden gelemeyiz. Yine de kendisini istediğini sandığı adamdan duyduklarıyla, “seninle asla evlenmemeliydim” cümlesiyle, duyguları inciniyor elbette.
Bunun devamında Emily ve arkadaşları böceklerin seslendirdiği, bir müzikal sahneyi izliyoruz. Emily yaşayan bir kadın olmasından ötürü Victoria’yı kıskanıyor. Onun fiziksel olarak canlı olduğu için kendisine tercih edildiğini düşünüp kendisini de ölü olduğu için küçümsüyor. Arkadaşları ise onu karakteri ve piyano çalması, dans etmesi, şarkı söylemesi gibi yeteneklerinden ötürü yüceltip diğer kadın Emily’i bunları yapamadığı için küçümsüyorlar. Bu noktada biz onların Emily ve Victoria kıyaslamasından öteye geçip, ikisinin temsil ettikleri, içinde yaşadıkları bu tezat dünyaların kıyasına bir bakalım. İronik şekilde yaşayanlar dünyasında buram buram cansızlık hâkim. Tüm renkler alabildiğine griye çalıyor. Kurallar ve yasaklar öyle baskın ki genç bir kadın istese de piyano çalamıyor veya bir erkekle bir kadın baş başa bulunamıyor; yani herhangi bir arzu duyulmasına izin verilmiyor bu dünyada. Ölüler dünyasında ne kadar, canlılık, enerji ve spontanlık varsa yaşayanlar dünyasında da bir o kadar bunaltıcı bir tekdüzelik var. Böcek arkadaşları onu teselli etmeye çalışırken, yaşıyor olmanın fazla abartılmış ve şişirilmiş olduğunu söylüyorlar… Bu ifade ilk etapta kulaklarımıza absürt gelecektir elbette ama yine de kendi hayatlarımıza dönüp, yaşıyor olsak da ne kadar canlı hissettiğimizi bir tartarsak, bu ifade daha anlamlı gelebilecektir. Yaşıyor olmak, her zaman canlılığı hissetmeyi beraberinde getirmiyor çünkü. İş güce, gündelik hayat gereksinimlerine, kurallara, kendimizin veya başkalarının beklentilerine kapılıp, cansız bir hayat sürüyor da olabiliriz… Bunun tersine Emily de söylediği şarkı içinde kalbinin atmasa da çok kırıldığını, çok acı çektiğini aktarıyor ve bu duygusal yoğunlukta onun ne kadar canlı olduğunu görebiliyoruz.
Şu noktada bir şeyler hisseden tek kadın Emily olmuyor; yaşayanlar dünyasına döndüğümüzde Victoria da şok içinde ve olanları anlamlandırmaya ihtiyaç duyuyor. Etrafından da destek bulamıyor hatta tersine kendisine “deli” yaftası yapıştırılıyor.

Ölü gelin filminin iki kadın ana karakteri için iki ayrı masal benzerliğinden söz ettik. Gerçekte filmin senaryosu içinde böyle bir referans yoktuysa da, bu pencereden okuma yapmak yine de anlamlı görünüyor. Ölü Gelin’in uyuyan güzeli andıran ama ondan farklılaşan hikâyesine de bakmaya devam edeceğiz. Victoria’ya döndüğümüzde ise o annesi tarafından üst katta yer alan odasına kilitlenip tek başına bırakılıyor. Rapunzel masalını çağrıştıran bu durumdan Victoria hiç kimseyi beklemeksizin, aşağı bir battaniye sarkıtıyor ve kendi çabasıyla kendisini kurtarıp evin dışına kaçıyor. Bu şimdilik ne yazık ki geçici bir kurtuluş oluyor ve ailesi düğünü iptal etmemenin yolunu damat adayını yenilemekte buluyor. Victoria Lord Barkis ile evlenmek istemediğini söylese de buna aldırış eden olmuyor.
Arabacılarının ölümü üzerine yaşayanlar dünyasında son olup bitenler hakkında haber alma şansı edinen Victor, Victoria’nın Lord Barkis ile evleneceğini öğreniyor. Bunun üzerine, biraz Emily’e sarf ettiği cümlelerin vicdan azabıyla belki ve biraz Victoria’dan ümidi kesmenin etkisiyle de ani ve keskin bir dönüş yaparak Emily ile evlenmeye karar veriyor.

Fakat bu kararının arkasında başka bir etmen daha var: anlıyoruz ki Victor baskı altında hissettiğinde kendisini ortaya koyamıyor. Daha önceden aile baskısı varken evlilik yeminini edememiş, yalnız kaldığında ise kolaylıkla mısraları öğrenebilmişti. Ölü Gelin ile de karşılaştığında ona onunla olamayacağını doğrudan söyleyememiş ve yan yollardan dolaşmayı seçmişti. Şimdi hikâyenin şu aşamasında ise Emily ile evlenmek istediğine karar verdi ama bu tam da Emily, Victor’u evlilik için zorlayamayacağını kabul etmişken gerçekleşiyor. Yine üzerinden bir baskının gitmesinin ardından Victor’un kendi arzusunu duyabilmiş olması, pek de tesadüf olmasa gerek.
Bunun üzerine, evlilik töreni için yaşayanlar dünyasında kiliseyi ziyaret etmeye karar veriyorlar ve bu tören hazırlığında onları oldukça coşku içinde, dans, müzik ve şarkılar eşliğinde, tam anlamıyla bir kutlama havasında görüyoruz. İki dünya arasındaki tezatlığı vurgular şekilde bu canlılık ve enerjikliğin hemen ardından yaşayanlar dünyasına, Lord Barkis ve Victoria’nın törenine geçiyoruz. Burada kasvet ve bunaltıcı hava yine tüm yoğunluğuyla sürüyor. Oradakilerin arasında, yaşadığı bunaltıya empati duyabildiğimiz kişi Victoria oluyor elbette. Kendisini ve Victor’u kurtarma çabaları sonuç vermemiş bu genç kadın çaresizlik içinde, donakalmış bakışlarıyla orada oturuyor şimdi.

Filmin sonlarına yaklaşırken kiliseye döndüğümüzde, Emily ve Victor’un nikah törenlerinin gerçekleşmek üzere olduğunu görüyoruz. Ancak bu kez de Victoria kararını yeniden değerlendiriyor ve evlenmekten vaz geçiyor. Uyuyan Güzel masalına benzer şekilde kendisini edilgen konumlandırmaktan, bir erkeğin onu gelip kurtarmasını beklemekten son anda sıyrılıyor böylece. Victoria’yı gördüğünde, kendi yaşadığı hayal kırıklığını başka bir kadının da yaşamış olacağını fark ediyor. Masaldan farklı olarak prensesin uykusundan uyanması için erkeğin gelip onu öpmesi veya parmağına bir yüzük takması gerekmiyor da başka bir kadının yaşayacağı üzüntüyü fark etmesi yeterli oluyor bu hikâyede. Emily kendi başına gelenlerin telafisinin bu yoldan olamayacağını, hatta çok üzücü ki hiçbir şekilde olamayacağını artık anlıyor bu noktada. Böylece kendi başına geleni kabul edip bununla yaşamaya karar verdiğinde acısıyla savaşmayı bırakmış, onunla yüzleşmiş oluyor. Ve tabi bu acıyı onarma yükümlülüğünü bir başka erkeğe teslim etmek yerine bu sorumluluğu kendisi, kendi için üstlenmiş oluyor.
Ve nasıl ki Victoria, Rapunzel gibi saçlarını sarkıtıp erkeğin onu kurtarmasını ummadıysa, tersine sevdiği erkeği kurtarmak için balkondan kendisi sarkıp kaçtıysa, benzer şekilde Ölü Gelin Emily de Uyuyan Güzel’in edilgen konumundan çıktı ve kendi hayatının iplerini eline alan, kendisi için karar alabilen etkin bir pozisyona geçti. Bu iki kadını hem cesur ve hem de karakter gelişimlerinde bağımsızlaşırken gördüğümüz Ölü Gelin filmi, izleyenlere hayatlarındaki etken/edilgen konumlarını, canlılık/cansızlık hallerini yoklamaları için güzelce bir kapı aralıyor diyebiliriz.
Comments